Kayıtlar

Toplumsal Bellek ve Hafızanın Gözünden Gerçeğin Umudunun Sesi: Kaygı...

Resim
 “Geçmiş mutlaka geri döner...”    “Eğer algı kapıları temizlenseydi her şey insana, olduğu gibi görünürdü, sonsuz...” - William Blake   Toplumsal bellek ve hafıza disiplinleri, geçmişten bu yana ve günümüzde giderek daha fazla üzerine araştırmalar yapılan, bilimsel makaleler yazılan ve sinemadan psikolojiye, edebiyattan sanatın ve hayatın bir çok alanına değin yansımaları oluşan ve her geçen gün kendini daha çok hissetirip unutturmaya ve unutturulmaya karşı büyük bir karşı ses olarak tezahür eden bir nokta’da duruyor.   Toplumsal bellek ile hafıza; hayatın her alanı ile iç içedir, yan yanadır. İnsanın, doğanın bir bütün olarak hayatın ruhudur. Toplumların ve özelde bireylerin nasıl bir kültürel yapıdan nasıl bir sürece evrildiklerinin diyaklektik olarak ve bilimsel göstergesidir. Sis perdesini aralayıp hayattaki bütün can yakıcı meselelerin anahtarı ve aynı zamanda bir turnusol kağıdı gibidir.   Yeryüzünde geçmişten günümüze...

Munzur, Margaret ve O

   Yazıma Margaret Atwood’un bir yazı dizisi ile başlamak istiyorum. ‘’ Su direnmez, su akar. Elini suya daldırdığında tek hissettiğin okşamadır. Su katı bir duvar değildir, seni durduramaz. Ama su her zaman gitmek istediği yere gider ve en nihayetinde hiçbir şey ona karşı duramaz. Su sabırlıdır. Damlayan su taşı yıpratır. Bunu hatırla çocuğum. Yarı su olduğunu hatırla. Eğer bir engeli aşamıyorsan, çevresinden dolaş. Su öyle yapar’’. Yazıda insanın suyun akışını takip ederek   zafer kazanacağından bahsediyor. Aklıma Dersim yöresinin kutsalı Munzur nehri geldi hemen..   Oysa ki Munzur sabırsız, engellerin etrafından dolaşmadan üstüne üstüne gidiyor   tıpkı o yörenin insanları gibi. Bazı insanlar kalbi ve beyni arasında kalırlar, bazı insanlar duyguları ve istekleri arasında bazıları ise hiçbir ikilemde kalmadan hayatı o an ki isteğine göre yaşarlar. Ben hayatı kalbi ve duyguları üzerinden yaşayan bir insanım. Evet ben böyle bir insanım demek hiç kolay...

Hugo'nun Sefiller'i...

Resim
   Yazıldığı dönemden günümüze kadar önemini kaybetmeyen, Klasik dünya edebiyatının ölümsüz başyapıtlarından biri olarak kabul edilen   Sefiller, Victor Hugo’nun öne çıkan romanlarından biridir. Fransız edebiyatının en önemli romanlarından biri olan, yazıldığı döneme ayna tutarak mükemmel bir kurguyla tasarlanan Sefiller, Hugo’nun da en çok okunan klasikleri arasında yer almaktadır. Edebi değerini koruyarak zamanın ötesine taşınmış, felsefi romantizmin penceresinden okuyucuyla buluşturulmuş bir başyapıt... Her dönem okuyucu kitlesi tarafıdan benimsenmesinin nedeni, dünya üzerinde var olan her şeyi; aşkı, sevgiyi, savaşı, siyaseti, sefaleti...bütün çıplaklığıyla işlemesi, yaşama dair her şeyi içeriğinde barındırmasıdır.   İyiliğin ve kötülüğün sarsılmaz çatışması, karanlığın ve   aydınlığın mücadelesi , toplumsal düzendeki adaletsizliğin ve hukuksuzluğun en üst seviyelerde yaşanması yadsınamaz bir gerçeklikte anlatılmaktadır.    Sefiller, ...

Kırsal Dönüşümün Ekonomi Politiği üzerine Etnografik Bir Değerlendirme Beğendik/Bedar (Siirt-Pervari) Örneği...

Resim
Buğday Tanesi henüz   ikinci sayısında, mütevazi   bir blog site üzerinden ağır aksak ilerlemeye devam ederken, attığımız minik adımlara ortak olan çok sevdiğim hocam, Ahmet Kerim Gültekin ile yaptığımız söyleşiyi paylaşmanın heyecanını yaşıyorum. Kerim Hoca, ülkemizde demokrasi mücadelesinde en ön saflarda yer alan, onlarca soruşturmaya ve cezaya maruz kalan bir barış akademisyeni.   Dize gelmeyenlerden anlayacağınız. Muhalif duruşu, onu da akademiden ve ülkesinden uzaklaştırdı ne yazık ki. Yüz yüze, bir bardak çay eşliğinde gerçekleştiremedik söyleşiyi belki ama,   o günlerin de geleceğine olan inancımızla, uzakları yakın edebildik…   Kerim Hoca’yla aynı yollardan yürümemize rağmen, çok sınırlı zamanlarda yollarımız kesişebildi. En son; Ankara Dayanışma Akademisi dersleri kapsamında Kızılay’da bir kafede verdiği, Din Antropolojisi dersinde bir araya gelmiştik. Birlikte dolu dolu ve çok anlamlı bir süreç deneyimledik. Akademiyi, dört duvar arasına hapsede...

MİLİTAN

      Sonunda hedefine ulaşmasına az kalmıştı. Okulu bitirmiş, şimdilik kendisini idare edebilecek kadar para kazandığı bir işte çalışıyordu. İlerde daha çok para kazanabileceği bir işe girebilir, hatta oradan kazanacağı parayla tek başına kalabileceği ya da şimdiki ev arkadaşları gibi olmayan kişi/kişilerle eve çıkabilirdi. Bunu daha çok evde rahat hareket edebilmekten ziyade evde bir düzenin olmasını istediği içindi. Okul dönemindeyken eve geldiği her gün yaşadığı problemler yıldırmıştı. Evin temizliği, bulaşık sorunu, boş muhabbetler, devamlı açık olan televizyon ve bilgisayarın sesi… Sanki trafikte, sokaklarda ki insan kalabalıklarından dolayı oluşan gürültü kirliliği yetmiyormuş gibi bir de bunları çekmek zorundaydı. Eve ilk geldiği zaman bile (şimdikine oranla) o kadar dağınıktı ki ilk “merhaba” dediği arkadaşı o sıra çorabının eşini aramakta bir yandan da samimiyetsiz olarak “merhaba” karşılığını alabilmişti. Eve geldiği o zamanlar sınav haftası olduğu için evin b...

Kadının Tarihsel Süreçteki Değişen Statüsü..

Resim
  Romanlarda sık sık “ On yıl kadar geriye dönelim” gibi sözlere rastlanır. Romancılara kim ne söyleyebilir ki? İstedikleri zaman geçmişe dönebilirler. Üstelik kahramanları hakkında da istediklerini yazmakta serbesttirler. Peki, yazmakta (senin de okumakta) olduğun bu yazımda nasıl hareket etmeliyim? Uydurmaya hakkım yok. Sonra benim on yıl değil on binlerce yıl geriye dönmem gerekiyor. Hint mitolojisinde Kadın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır: “ Tanrı yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı; Rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, papağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı. Yarattığı kadını sevsin diye erkeğe armağan etti.” İ.Ö 3000 yıl öncesinde kadın; ekonomik ve toplumsal işleyişte büyük roller üstlenmiş, önemli, saygın, sözü geç...

Ruka Drama; Tükenmeyen Bir Kağıdın Öyküsü...

Resim
     Aralık’ın son demleri… Yeni yıla sayılı günler kala, tıpkı gelen yıl gibi taptaze, umut veren ve heyecanlı   bir ekiple söyleşeceğiz bu kez. İşte karşınızda RUKA Drama..    Kasvetli bir Ankara sabahı yağmur, çamur demeden büyük bir şevkle “Yıldız Kenter’i Yaşamak” adlı drama atölyesine gitmek üzere yollara düştüm. RUKA Dramanın içten yaratıcıları-aynı zamanda drama eğitmenliği programında birlikte yol aldığım sevgili arkadaşlarım- Ayşıl ve Elif, sımsıcacık ve bir okadar da tatlı bir telaşla karşılıyorlar beni. Eğitim süreçleri dışındaki ilk atölye deneyimlerine şahit olmanın mutluluğu içinde, heyecanla bekliyorum o büyük anın gelmesini. İlk deneyimlerinin sorunsuzca akıp gitmesini yürekten diliyorum, öyle de oluyor. Tam tahmin ettiğim gibi; güzel enerjileriyle baştan sona sürece hakim bir vaziyette alıp götürüyorlar hepimizi. Dolu dolu ve oldukça anlamlı bir sürece tanık olduktan   sonra, nihayet çiçeği burnunda d...