Kırsal Dönüşümün Ekonomi Politiği üzerine Etnografik Bir Değerlendirme Beğendik/Bedar (Siirt-Pervari) Örneği...



Buğday Tanesi henüz  ikinci sayısında, mütevazi  bir blog site üzerinden ağır aksak ilerlemeye devam ederken, attığımız minik adımlara ortak olan çok sevdiğim hocam, Ahmet Kerim Gültekin ile yaptığımız söyleşiyi paylaşmanın heyecanını yaşıyorum.
Kerim Hoca, ülkemizde demokrasi mücadelesinde en ön saflarda yer alan, onlarca soruşturmaya ve cezaya maruz kalan bir barış akademisyeni.  Dize gelmeyenlerden anlayacağınız. Muhalif duruşu, onu da akademiden ve ülkesinden uzaklaştırdı ne yazık ki. Yüz yüze, bir bardak çay eşliğinde gerçekleştiremedik söyleşiyi belki ama,  o günlerin de geleceğine olan inancımızla, uzakları yakın edebildik…  Kerim Hoca’yla aynı yollardan yürümemize rağmen, çok sınırlı zamanlarda yollarımız kesişebildi. En son; Ankara Dayanışma Akademisi dersleri kapsamında Kızılay’da bir kafede verdiği, Din Antropolojisi dersinde bir araya gelmiştik. Birlikte dolu dolu ve çok anlamlı bir süreç deneyimledik. Akademiyi, dört duvar arasına hapsedebileceklerini zannedenlere inat, bulunduğumuz her ortamda; birlikte üreterek, dayanışarak, paylaşarak özgürleşebileceğimizin en somut örneklerinden  biriydi ADA dersleri… Dersler bittikten sonra buraları  terk-i diyar eylese de, iletişimimiz sosyal mecralardan devam etti.. Bir gün ona  Buğday Tanesi’nin sürecinden bahsettiğimde içten bir şekilde ilgilendi, her zaman destek olacağını söyleyerek yanımızda olduğunu hissettirdi-sözü çok uzatmak istemiyorum ama bunlar benim için önemli detaylar.. yazarken bile gözlerim doluyor- ve en nihayetinde Din Antropolojisi  derslerinin birinde  bahsini geçirdiği, benim de bir hayli ilgimi çeken tez süreciyle alakalı bir söyleşi yapmayı önerdim, yine içtenlikle kabul etti.. türlü gailenin, koşturmacanın içinde söyleşiye vakit ayırdı… Buradan tekrar içten teşekkürlerimi iletiyorum…İyi ki yollarımız kesişmiş…Sözü fazla uzatmadan Kerim Hoca’nın;  devletin,  kırsal bölgelerde kırsal dönüşüm adı altında gerçekleştirdiği HES projeleri özelinde,  Kırsal Dönüşümün Ekonomi Politiği Üzerine Etnografik bir Değerlendirme Beğendik/Bedar (Siirt-Pervari) Örneği adlı tez çalışması üzerine  yaptığımız söyleşiye geçelim;  Süreç boyunca Pervari’de kalarak, bölge halkıyla yakın temas içinde çalışmasını yürüten sevgili hocamın gözlemleriyle başbaşa bırakıyorum sizi...
Ben kısa bir giriş yaptım ama, siz de bize biraz kendinizden bahsedin isterseniz. Burada olduğunuz süreçlerde muhalif bir bilim insanı olarak, akademide yaşadığınız zorluklara, KHK sürecinize ve şu anki akademik faaliyetlerinize de değinirseniz  seviniriz.



Türkiye’de bugün pek de adı anılmayan bir bölümde (Etnoloji) Antropoloji üzerine lisans, master ve doktora eğitimimi tamamladım .Akademiyi, gündelik toplumsal akışın üzerinde ya da ondan ayrı bir köşede hayata dair “steril” bilgiler üreten konumda algılamadığımdan; tersine, akademik faaliyeti toplumsal bilgi üretim süreçlerinde anlamlı bulduğumdan;öğrenim hayatımı biraz “uzatmalı” tamamladım diyebilirim. 1998’de başlayan maceramı soruşturmalar, cezalar ve kısa süreli bir hapislikle uzatarak nihayetinde 2013’te doktora tezi savunmasıyla tamamlayabildim.
“Sakıncalı” özgeçmişim ve her ne kadar benim için önemli olmasa da bugün devlet eliyle “resmen” kaydı tutulan ve buna göre insanların “kamuda” çalışıp çalışamayacaklarını belirleyen etno-kültürel aidiyetlerim sebebiyle uzun süre işsiz kaldım. Bir zaman sonra, Türkiye’nin şaşırtmayan sıra dışı gündemlerinin, saflaşmalarının yarattığı hızlı (!) dönüşümlerden nasibimi alarak misafir öğretim üyesi olarak ders verdiğim ve hatta ders ücretlerim ödenmeden işten çıkarıldığım Munzur Üniversitesi’nde, bu defa kadroya alındım. Ne var ki çok uzun sürmedi. 2,5 yıl kadar sonra Barış için Akademisyenler bildirisi imzacısı olduğum için 2017 yılı Ocak ayında ihraç edildim. İhracımızdan sonra gerek sendikada gerekse çeşitli platformlarda ders vermeye, makale yazmaya, konferanslara ve atölyelere katılmaya devam ederek akademik çalışmalarımı sürdürmeye gayret ettim. Ne yazık ki öğrencilik yıllarımdan itibaren süregiden, akademik ve politik faaliyetlerimizle ilgili açılmış bulunan ve çeşitli ağır ceza davaları adaletsizce ve hukuksuzca aleyhimize döndüğünden ve ciddi geçim sıkıntısı yaşamamdan ötürü yurtdışındaki burs olanaklarını değerlendirmeye karar verdim. Yaklaşık bir buçuk yıldır Avrupa’da yaşıyorum ve çalışmalarıma burada devam ediyorum.
Din Antropolojisi ve Politik Antropoloji alanlarında çeşitli tezler ve proje raporları yazdım. Bunlardan bazıları daha sonra kitaplaştırıldı. Özel olarak Alevilik çalışmaları, Kürt Aleviler, kutsal mekân kültleri, halk söylenceleri, nitel araştırma yöntemleri (özellikle etnografya ve sözlü tarih), toplumsal örgütlenme modelleri gibi konularla ilgilendiğimi söyleyebilirim. Şimdilerde; diasporadaki Kürt Alevi topluluklarda dinsel kurumların sürekliliği üzerine araştırmalar yapıyorum.
İhraç edildiğim dönemde, uzun süreli etnografik alan araştırmasına dayandırdığım bir proje raporunu tamamlamak üzereydim. Konum, Kürt Alevi topluluklarda dinin toplumsal yeniden üretiminde, sosyo-dinsel bir pozisyon olarak “talip”liğinkazandığı yeni bazı aktör-modellerinin analizi, kutsal mekan kültlerinin sosyo-kültürel dönüşümdeki süreklilik biçimleri ve kimi burada gözlemlenen yeni ritüel kalıpların analizine dairdi. Her ne kadar yarıda bırakmak zorunda kalsam da Avrupa’da tekrar ilgilenme imkânı bulabildim ve geçtiğimiz yıl sonunda nihayet tamamladım. Eğer aksilik yaşanmazsa yakında Bilim ve Gelecek Kitaplığı'ndan yayımlanmasını bekliyorum. Böylelikle bizleri kanunsuz, hukuksuz, keyfi KHK’larla bilimden, akademiden, hayattan kopardıklarını zannedenlere anlamlı bir cevap üretebilmiş olacağıma inanıyorum.


 HES üzerinde yoğunlaşmanızın nedeni neydi? Konuya karar verme sürecinde etkili olan sebeplerden bahseder misiniz?
Antropologların, özellikle doktora süreci gibi hayatlarının en önemli eşiğinde kendileriyle birlikte anılacak konuyu seçmeleri, bir bakıma, kişisel yaşam öykülerinin de çok yönlü dışavurumudur. Bu anlamda her etnografik araştırmanın nihayetinde antropoloğun bireysel dünyasının da dolaysız yansımasıdır demek kesinlikle yanlış olmaz. Öte yandan alandaki gerçekler de her zaman planlara uymaz ve bazen hiç beklenmedik noktalara evrilebilir. Faklı hedeflerle alana gidip araştırma problemini ve hatta konusunu tümüyle değiştiren pek çok antropolog vardır. İşte bunlardan biri de benim.



Doktorada, uzun zamandır üzerine çalışmaya karar verdiğim konu “Türkiye’de topraksızlar hareketi” idi. 2010’lu yıllarda, Türkiye’de halen büyük toprak mülkiyetinin belirli hanelerin elinde toplandığı ve köylülerin de bu topraklarda angarya usulü çalıştırıldığı görülebiliyordu. Buna karşın, örneğin Amed – Bismil’de topraksız köylüler ve yerel ağalar arasında halihazırda süregiden, silahlı çatışma boyutunda, toprak mücadeleleri vardı. Niyetim, buradaki köylerde güncel etnografik araştırmalar yapmak ve Türkiye’deki köylülük kategorilerini, bunların toprak mülkiyetiyle olan  ilişkilerini ve-Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tarihsel bağlamda bir analiz çerçevesi oluşturarak- süreklilik dinamiklerini incelemek idi.
Ne ki böylesi bir çalışma için öncelikle maddi koşulların sağlanması gerekliydi. Her ne kadar ön çalışmaları yapıp, hatta alanda bazı ilişkiler yakalamış olsam da uzun vadeli alan çalışmasını finanse edebilecek durumda değildim. Master ve doktora öğrenimim boyunca, “sakıncalı” hallerimden ötürü, herhangi bir burs alamadım, üstüne asistanlık yapma hakkım da elimden alındı. Dolayısıyla öncelikle finansal destek konusunu çözmem gerekiyordu. Bu aşamada, danışman hocamın getirdiği bir iş önerisi her şeyi değiştirdi.
Siirt – Pervari’de, Botan çayı üzerinde yapımına başlanmak üzere olan bir HES projesi bağlamında, barajın etki sahasında kalan ve yaşam alanlarını terk etmek durumunda kalacak yerel halkla ilgili yapılacak etnografik bir çalışma için antropolog aranıyordu. Prensip gereği o güne kadar böylesi işlerde çalışmamıştım. Fakat burada işin tanımı, zorunlu göçe maruz kalacak yerel nüfusa dair bir anlamda “kurtarma etnografyası” yapmak idi. Her ne kadar yapılan iş,baraj inşaatını üstlenen yabancı ortaklı firmayla iş sözleşmesi olan bağımsız bir araştırma şirketinin olsa da doktorayı istediğim konuda dilediğim yerde çalışma isteğim ve fakat mevcut maddi gerçeğim, denkleminde kalakaldım.Nihayetinde, işi kabul edip, yaklaşık 6 ay sürecek bir alan araştırmasına gittim.
Siirt-Pervari’nin yanı sıra Bitlis-Hizan ve Van-Bahçesaray’da da dönem dönem bulunarak geniş kapsamlı bir etnografik saha araştırması yürüttük. Bu çalışmada DTCF’den antropolog bir arkadaşımla beraberdim. Ayrı ayrı verilerimizi topladık. Bunları birleştirip, yerel halkın gündelik yaşam kültürüne dair etnografik raporlar olarak sunduk. Zamanla kişisel arşivimde o kadar çok yönlü ve ciddi miktarda veri toplandı ki, bir aşamadan sonra bunları değerlendirerek doktorada tartışmayı düşündüğüm konularla alakalı yeni bir araştırma problemi tanımlayabileceğime karar verdim. Danışman hocam ve iş sözleşmemin bulunduğu araştırma şirketiyle de durumu paylaşarak tezi hazırlamaya karar verdim.
Buna göre,iki yönlü bir araştırma sorunsalı tanımladım diyebilirim. İlki, Kürt topluluklarda aşiret tipi toplumsal örgütlenme modellerinde gözlemlenen sosyal dönüşümdü. Literatürde sıklıkla “dallanan soy sistemi”(segmentarylineagesystem) olarak bildiğimiz, kurgusal akrabalık modellerine dayanan ve daha ziyade buradaki değişken ekonomik-sosyal-siyasal ittifak biçimlerine dayanan kategorik ilişkilerin hareketliliği, o güne değin, Türkiye’de işlenmiş bir konu değildi. Bu alanda İsmail Beşikçi ve Lale Yalçın-Heckmann dışında -ki onlarınki de epeyce yıllanmış çalışmalardır, antropolojik literatüre atıfla ele alınabilecek ciddi kaynaklar olmadığı gibi, güncel araştırmalar da yoktu. Yani önemli bir akademik açık vardı. İkinci sorunsalım ise, aşiret tipi sosyal kast ilişkilerinde çoğunluğu oluşturan ve yerelde “kırmanc” olarak tabir edilen (yani “ağa soylu” veya “seyit soylu” olmayan, sosyal ve dini üst kastlardan sayılmayan) “köylülük” kategorilerinin, dönüşen yerel ve bölgesel sosyo-ekonomik dinamikler bağlamında ortaya çıkardıkları yeni aktör-modellerinin, siyasal repertuarlarının analiziydi.
Neticede; bence, dönemine göre iyi ve iddialı bir tez ortaya çıktı. Tezdeki birçok öngörüm sonraki yıllar içerisinde doğrulandı, fakat daha sonra bu konularda çalışmayı bıraktım ve yeniden Din Antropolojisiyle ilgilenmeye başladım.


 Süreç boyunca Pervari’de kaldınız. Bölgeye dair gözlemlerinizden bahseder misiniz? İnançları, geçim kaynakları, kısacası; kültürlerini oluşturan dinamikler nelerdi?
Siirt-Pervari, Şırnak-Hakkâri hattının kuzeyinde kalan çok tipik bir Kürdistani coğrafyadır. Yüksek dağlar, derin vadiler, yarı-göçebe topluluklar, izole yerleşimler, kendine yeterli görece kapalı küçük köy ekonomileri, kurgusal kan bağına dayalı sosyal organizasyonlar, buna uyarlı şekillenmiş yerel toplumsal örüntüler, güçlü bir sözlü kültürel hafıza… ilk elden sayılabilecek yerel özelliklerdir diyebilirim. Fakat bilhassa yerleştiğimiz ve vaktimizin önemli kısmını geçirdiğimiz Bédar beldesi, anmaya değerdir. Müküs ve Botan çaylarının birbirine en fazla yaklaştığı noktada kurulmuş Bédar’da oldukça dikkat çekici tarihsel, sosyo-kültürel ve ekonomik örüntüler vardı. Öncelikle, Bédar, coğrafi olarak müthiş bir avantaja sahipti. Yüksek kotlardan akan Müküs çayının bir bölümü, iki çay arasındaki dağın tünel vasıtasıyla delinerek, Botan’a bakan yüksek yamaçlardan aşağıya doğrutaraçalandırılmış -Babil’in Asma Bahçeleri'ni andıran- küçük tarlalarına dağıtılarak, Botan’a akıtılıyordu. Tünelin kimler tarafından ne zaman açıldığı bilinmiyordu, henüz arkeolojik bir etüd yapılmış değildi o zaman. Vadinin çok dik ve derin olması, burada küçük bir mikro-klima etkisine neden oluyor ve yörede benzeri olmayacak biçimde hem sulu tarıma hem görece nemli bir iklimeimkân tanıyordu. Böylece Bédar’lılar, bölgede prestiji hayli yüksek kuru üzüm ve küçük soğan (pivaz) üretiminde hem kalite hem nicelik bakımından ayırt edici bir kimlik kazanmışlardı.



Bédar’ın istisnai özelliklerinin zamanla popülasyonun hızla artışına imkân verdiği anlaşılıyordu. Orada bulunduğum sürede nüfusu 3 binin üzerindeydi. Yöredeki neredeyse tüm yerleşimlerin aksine, Bédar’da “tersine mevsimlik göç” yaşanıyordu. Bahar ve yaz aylarında Antep, Adana ve Mersin2de yaşayan birçok hane üyesi beldeye, bahçelerde çalışmak ve zaman geçirmek için, geri dönüyordu. Bédar’ın meşhur bahçeleri ise en fazla 5 – 10 dönüm kadardı. Hem bahçelerden faydalanan kandaş hanelerin fazlalığından (belirli bir ölçeğin altında miras yoluyla bölüştürülememesinden) hem yamaçların fazlaca dik olmasından ötürü boyutları hayli küçüktü. Fakat buna rağmen oldukça verimliydiler ve bu küçük ekonomi etrafında kendine özgü bir yaşam döngüsü şekillenmiş görünüyordu. Öte yandan, Bédarlılar, yeterli arazileri olmadığından tahıl üretemiyorlardı. Bu ihtiyaçlarını, ellerinde fazlasıyla bulunan kuru siyah üzüm ve küçük soğan gibi prestij değeri yüksek malları Van – Bahçesaray ve Bitlis – Hizan köylerinde tahıl vb. mallarla takas ederek sağlıyorlardı. Yıllık ekonomik döngü, o yıllarda, halen daha esas olarak “takas ekonomisi”ne dayanan, kendine yeterli küçük köylü üretimi düzeyindeydi. Bédar köylüleri, bölgede kervanlarıyla tanınıyordu. Ürünlerini köy köy dolaşarak ihtiyaç duydukları mallarla takas ederken, kuşaklar boyu alışveriş yaptıkları Bahçesaray ve/veya Hizan köylerinde eşek, katır kervanlarıyla dolaşıyorlardı. Fakat, elbette artık yollar Ford minibüslerden soruluyordu. Araçlarıyla uzun mesafeler kat ediyor, köy köy dolaşıyorlardı. Takas ekonomisi yerini paraya bıraktıkça, köyleri dolaşmak yerine Van merkezde “toptancılar”la ticaret yapma eğilimi (bir anlamda zorunluluğu) ortaya çıkmıştı. Burada da devreye aşiret düzeyinde sosyal ağlar ve bunların gündelik hayat ilişkilerinde yansıma-meşrulaş(tırıl)ma biçimleri olarak politika ve/veya dini aidiyetler giriyordu. Ek olarak, kimi Bédarlı haneler ise, yakın geçmişe kadar birçok hanenin temel geçim biçimi olan yarı-göçebe sürü hayvancılığıyla meşguldü. Bédar’ın serin yaylalarında, klasik kıl çadırlarıyla keçi sürüleri güdüyor, elde ettikleri ürünleri Bahçesaray veya Van merkezde satıyorlardı.
Bédar’lıların gündelik hayatı, hayli zengin bir sözlü kültürel dünyaya yaslanıyordu. Beldeyi domine eden iki büyük aşiret, aşiretsiz bir kategori olarak “Orta Mahalle”li haneler, Seyit soylu haneler, kutsal mekanlar, beldenin çok da uzak olmayan geçmişinde yaşamış Ezidi ve Ermeni sakinleri, Kuzey Irak’ta halen yaşayan hane üyeleri, kimi Bédarlıların efsanevi “eşkıyalık” öyküleri ve daha bir dizi ilgi çekici başlık, çok zengin, derinlikli, şaşırtıcı bilgilerle, tahayyüllerle dolu bir kolektif belleğin yansımalarıydı. Her biriyle ilgili sayfalar dolusu anlatı derlediğimizi hatırlıyorum.



Ayrıca Bédar’da gündelik hayat, bahçeler üzerine örülü, kendine yeterli ve bolca “boş zaman” barındıran sakin bir akışa sahipti. Şirket yetkililerince ve onlarla kol kola olan devlet erkanınca “tembellik” olarak kodlanan bu sakinlik, Botan üzerine yapımı planlanan 10’dan fazla HES’le hızla dönüşmek üzereydi.




 Kırsal Dönüşümün Ekonomi Politiği Üzerine Etnografik Bir Değerlendirme Beğendik/Bedar (Siirt-Pervari) Örneği adlı doktora tezinizi incelediğimde; o dönem, devletin özellikle kırsal bölgelerde uyguladığı ekonomi politikaları kapsamında, kırsal dönüşüm adı altında uygulanan projelerden bir tanesi, HES Projesi özelinde bölgenin doğası, toplumsal, kültürel ve siyasal ilişkileri üzerinde doğuracağı olumsuz sonuçlardan ve bu sonuçların uzun vadede yaratacağı etkilerden bahsetmişsiniz. Bu anlamda gözlemlediğiniz etkiler nelerdi?

     Eğer baraj yapılırsa Bédar değil ama meşhur bahçeleri su altında kalacaktı. Bu da aslında Bédar’ın artık olmayacağı anlamına geliyordu. Elbette barajı yapmak isteyen şirket yetkililerinin yerelde ilk temas ettikleri ve beraberce çalıştıkları kesimler valilik, kaymakamlık, jandarma ile Türkiye’de devletin Osmanlı’dan Cumhuriyete değişmeyen iletişim kanalları olan, yerel ağalar ve seyit soylu haneler idi. Fakat tezimde de işlediğim üzere, sosyo-dinsel kastların dışındaki hanelerin oluşturduğu (yerelde “babik” denen) soygrupları (kurgusal kan bağına dayanan ekonomik-sosyal
ittifaklar) bölgede ve Türkiye’de yaşanan sosyo-kültürel değişemeye, politik dengelere göre yeni imkanlar, araçlar ve dinamikler kazanmışlardı. Bunları, Kürt ulusal mücadelesinin yarattığı,“politikleşme”tecrübelerine yaslanarak değerlendirme eğilimindeydiler. Nitekim, alanda bulunduğumuz dönemde “korucu beldesi” olarak bilinen Bédar daha sonra HDP’nin önemli güç haline geldiği ve belediyeyi kazandığı yerellerden birisine dönüştü. Elbette bu dönüşümün esas ve tali bir dizi nedenleri var. Anmaya değer birisi ise 90’lı yıllardan itibaren önemli bir Kürt yoksul köylü göçü alan Antep, Adana ve Mersin gibi büyük şehirlerde Bédar’lıların ekonomik ve politik nedenlerle uzun yıllardır yaşamalarıydı. Büyük kent deneyimleri de Bédar’ın içsel dinamiklerini besleyen önemli bir arkaplandı.


 Bölge halkının yapılmak istenen HES’lere tepkisi nasıldı? Herhangi bir örgütlülük var mıydı mesela?

Alanda bulunduğum sürede Bédar’ın,yapılması planlanan barajın olası sonuçlarını yeteri düzeyde değerlendiremediğini söyleyebilirim.Çünkü kendileriyle çok sınırlı bilgiler paylaşılıyordu. Klasik söylemler orada da geçerliydi. Baraj inşaatını “iş kapısı” olarak sunuyorlardı, “arıcılık” gibi hane geçimini tek başına sağlayamayacak yan uğraşıları özellikle ön planda tutuyorlardı. Fakat zamanla HES’in nihai sonuçları daha net anlaşılmaya başlandı sanıyorum. Bundandır ki sadece “Kırmanc” haneler değil kimi sosyo-dinsel statülere sahip haneler de baraj karşıtı muhalefetin önemli bileşenleri oldular. Bunda HDP’nin yükselen etkinliğinin de payı vardı kuşkusuz. Fakat daha önemlisi, tezimde de uzunca tartıştığım üzere, “kırmanc” kategorisindeki klasik “köylülüğün” ima ettiği sosyal rollerin hızla dönüşümü belirleyiciydi. Kırmanc haneler kurdukları yeni sosyo-politik ittifaklarla, müdahil oldukları çeşitli alternatif siyaset kanallarıyla kazandıkları sosyal prestij, ekonomik güç vb. nedeniyle peşlerinden bazı ağa soylu ve/veya seyit soylu haneleri de sürüklüyorlardı. Çok uluslu şirketler, devlet, çeşitli siyasal partiler ve PKK gibi güç odakları da bu yeni sosyal dinamikleri okuyor ve tutum değiştiriyorlardı. Kısacası, çok yönlü bir süreç söz konusuydu ve girişken bazı haneler hızla yükselebiliyordu. Bédar, bu konularda bulunmaz bir gözlem sahasıydı o dönem. Öte yandan Bédar, Türkiye’de geçtiğimiz yüzyılın sonlarından itibaren sistematik olarak tasfiye edilen küçük meta üreticisi köylülüğün son dramatik sahnelerinden de birisiydi. Klasik bir Kürt beldesi olması, etnografik anlamda ciddi hazineler barındırması…yaşanan çözülmenin özgün ve iç burkan yanlarını belirginleştirse de Türkiye’nin dört bir yanında aynı akıbete uğramış/uğrayan on milyonlarca köylünün öyküsünü oldukça özgün bir çerçeveden değerlendirme imkânı sunuyordu. Türkiye’yi yöneten siyasal aklın, iç pazarda yabancı sermayeye ezdirdiği küçük meta üreticilerinin kalmadığı noktada, yani 2000’ler Türkiye’sinde, iseyabancı destekli Türkiye büyük sermayesinin göz diktiği yeni rant kalemleri olarak “toprağın ve suyun metalaştırılması süreci”nin en çarpıcı, güncel örneklerindendi.
Öte yandan da günümüz insanını yutan keşmekeşten, kalabalıktan, kirlilikten, yoğun ve anlamsız çalışma saatlerinden, zamansızlıktan uzakta;doğayla uyum içerisinde, kişinin kendisine, çevresine, meşgalelerine fazlasıyla zaman ayırabileceği daha farklı bir yaşam imkanını halen sunabilen nadir örneklerdendi.


Türkiye’nin başdöndürücü hızla akan ve nihayetinde insanda sanki bin yıllardır yaşıyormuş hissi uyandıracak ölçüde fazlasıyla olay barındıran, bıktırıcı gündemleri birçoğumuzun hayatını da Botan çayı gibi oraya buraya savurup durdu. Aslında aradan çok uzun yıllar geçmemiş olmasına karşın hem araştırma konularından uzaklaşmam hem bu sürede belki de fazlasıyla sıkıntıyla uğraşmak zorunda kalmam nedeniyle Bédar’lılara ilişkilerimi, son yıllara kadar korumama karşın, yitirdim. Umuyorum Bédar’ın güzel sakinleri, huzurlu ve sakin hayatlarını koruyabilmenin yollarını bulabilmişlerdir...

(Kerim Hoca'nin tez sürecindeki gözlemlerini, haklı çıkaran bir haberle karşılaştım, sizlerle de paylaşmak istedim.Yapılan HES baraj inşaatlarının, bölgeye olumsuz etkilerinin anlatıldığı habere linke tıklayarak ulaşabilirsiniz: https://siyasihaber4.org/botan-vadisi-yok-oluyor )


Söyleşi: Gözde Can Gözüaçık








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız Sineması'nın Ölümsüz Yönetmeni Agnes Varda'nın Dikkat Çeken 10 Filmi..