Kadının Tarihsel Süreçteki Değişen Statüsü..




  Romanlarda sık sık “ On yıl kadar geriye dönelim” gibi sözlere rastlanır. Romancılara kim ne söyleyebilir ki? İstedikleri zaman geçmişe dönebilirler. Üstelik kahramanları hakkında da istediklerini yazmakta serbesttirler.
Peki, yazmakta (senin de okumakta) olduğun bu yazımda nasıl hareket etmeliyim? Uydurmaya hakkım yok. Sonra benim on yıl değil on binlerce yıl geriye dönmem gerekiyor. Hint mitolojisinde Kadın yaratılışı şöyle anlatılmaktadır: “ Tanrı yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin gözyaşını aldı; Rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, papağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı. Yarattığı kadını sevsin diye erkeğe armağan etti.”
İ.Ö 3000 yıl öncesinde kadın; ekonomik ve toplumsal işleyişte büyük roller üstlenmiş, önemli, saygın, sözü geçen ve tanrıçalığa kadar yükselmiştir. Sonrasında ise büyük bir hızla yere çarpan göktaşı misali; toplumdan, üretimden soyutlanmış, değersizleşmiş, saygınlığını yitirmiş birde bunlar yetmemiş ilahlar dünyasından da dışlanmıştır.
Bunlar nasıl oldu? Kadının sosyal statüsünü belirleyen faktörler nelerdir? Be değişimler hangi temeller üzerinde ilerlemiştir? Bunlar gibi birçok sorunun cevabını ararken prehistorya*, arkeoloji, antropoloji, tarih ve biyoloji biliminden yardım alarak, sundukları bilgilerin doğrultusunda yazıya başlamak istiyorum.

                       ALT PALEOLİTİK DÖNEMDE KADIN VE YAŞAM ORTAMI:



     Unsurlarının soğuk ve geniş alanlarını kaplayan buzul tabakaların olduğu bu dönemde kadın; yirmi ya da daha fazla kişi sayısıyla dolaşan gruplar içerisindeydi. Barınma olarak mağara ve kaya altlarında yer edinerek dinlenmekteydi. Temel besin maddeleri ise; bitki ve hayvanlardan oluşuyordu. Yaşamlarını sürdürebilmek ve kolaylaştırmak için kullandıkları
malzemeler; taş, kemik ve odundu. İlerleyen süreçlerde ise insan tarihinin dönüm noktaları içerisinde yer alan “ateş ”’in kontrolünü öğrenmişlerdi.
Av peşinde koşan ve buna bağlı olarak yerleşik göçe hayatı süren Homo Erectus’lar grup halinde yaşadıkları için ortak olarak avlanıyor ve tüketiyorlardı. Hayatta kalabilmek için paylaşmanın öneminin farkındalardı. Kadınlar fiziksel ve biyolojik yapıları nedeniyle ve doğurganlıkları (bu yetenek olarak görülüyordu) nedeniyle avlanmada sınırlı bir role sahiptiler. Buna rağmen avlanma sonrasında elde edilen besinin tüketiminde paylaşma açısından eşitlik söz konusuydu. Çünkü kadınlar avlanmada sınırlı roller üstlenseler de toplayıcılıkta elde ettikleri bitki ve meyvelerle bulunduğu topluluğa katkı sunmaktaydı.
Bu dönemde cinsler arasında ki cinsel ilişkinin düşünsel olmaktan tamamen farklı olarak içgüdüsel olarak sürdürüldüğü bilinmektedir. Toplumu oluşturan bireyin dünyaya gelişine aracılık eden kadın, bu rolüyle yaşamın devamlılığını sağlayan bir kimlikle zihinlerde yer edinmesiyle bu durum ona büyük oranda artı değer katmıştır. Örnek vermek gerekirse; Etnolog ve Uygarlık tarihçisi Helmut; “ Tarih öncesi sanat eserlerinin çoğunlukla insan ve hayvan temalarıyla sınırlı olduğunu, bu eserlerde kadın ve av hayvanlarının tartışılmaz bir şekilde yer aldığını...” vurgulamaktadır.
Kadının kazanmış olduğu değer sadece bununla bağlı değildi. Erkeğin avlamış olduğu eti pişiriyor ve kadının topladığı bitki ve ürünleri, bununla birlikte balıkçılıkta ki becerisiyle de kısıtlı av dönemlerinde yaşadığı grubun (toplumun) açlıktan ölmesine engel oluyordu.
Homo Erectus’ların zihinsel olarak gelişiminde ki en büyük faktör aslında ateşin bulunup onu kontrol altına almasıdır. Çünkü ateşin elde eden Homo Erectus; soğuktan ve etoburlardan korunmuş, av sonucunda elde edilen eti pişirmiştir. Bu sayede bazı bitkilerin zehirlerinden arınabilmesini sağlamıştır. Olaya biyolojik olarak bakacak olursak önemli vitamin, minerallerin ve proteinlerin bağırsakta eritilmesine yardımcı olmuş, beyin gelişiminde önemli bir işleve sahip albimum maddesinin açığa çıkmasını sağlamıştır.
F. Engels, Anti Duringte ateşin elde edilmesiyle ilgi olarak “… insan ilk kez doğa gücü karşısında egemenlik sağladı ve böylece onu hayvan dünyasından kesinlikle ayırdı.” demektedir.
Taş teknolojisinde ki gelişme ve ateşin kullanım alanlarının pişirmeyi de kapsayacak şekilde genişlemesi, insanın hem fizyolojik hem de kültürel evriminde temel dinamikler olmuştur. Orta Paleolitik başında Homo Erectus’un yerini daha gelişkin bir tür olan Homo Neandarteller almıştır.

*tarih öncesi bilimi.

Yazar: Ulaş Iğdır 

Kaynakça:
İnsan Nasıl İnsan Oldu?/ Avrupa’nın Anası Anadolu/ Kültürel Antropoloji/ İnsan Ve Kültür

Yazar: Ulaş Iğdır

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız Sineması'nın Ölümsüz Yönetmeni Agnes Varda'nın Dikkat Çeken 10 Filmi..

Toplumsal Bellek ve Hafızanın Gözünden Gerçeğin Umudunun Sesi: Kaygı...