1916 Senesine Tarihlenen Bir Yapı ; Azize Tereza Kilisesi...
Gelin
hep birlikte Ankara’nın buram buram tarih kokan semti Ulus’ta bir gezintiye
çıkalım. Malum, Aralık ayındayız. Hristiyanların kutsal bayramı Noel'in başladığı ay.. madem Noel yaklaşmakta ve Noel ritüelleri, birçok ülkede olduğu
gibi Türkiye’de de, ciddi bir çoğunluk tarafından, büyük bir coşkuyla
gerçekleştirilmekte; ben de, ağır aksak emeklemeye başlayan Buğday Tanesi okurları için, Ulus’ta bulunan
ve 1915’li yıllara tarihlenen Azize
Tereza Kilisesi’nin kapısını çalıp Noel ve
Noel ritüellerine dair kısa bir söyleşi gerçekleştirmek istedim.
Azize
Tereza Kilisesi’ni tercih etmemin sebebi kilisenin bulunduğu Kardeşler Sokağı’nın ve binanın dikkat çeken tarihi.. kilisenin tarihini incelediğimizde
oldukça köklü bir geçmişi olduğunu görüyoruz. Kilise binası; 1915 yılında
Ermenilerin yaşadığı mahalleye oldukça yakın bir Fransız Koleji. 1916 yılında
gerçekleşen büyük yangından sonra kolej binası ve semtin çevresi yanıyor.Kolej
binasından geriye sadece küçük bir sur kalıyor. Yangından sonra kolejde
Fransızca dersi veren rahiplerin çabalarıyla sokağın adı, “Kardeşler Sokak”
olarak değiştiriliyor ve günümüze kadar
ismini koruyor. Rahiplerin sokağa
“Kardeşler” ismini koymalarının nedeni ise; Kolejde çalışan bütün
rahiplerin kardeş olmalarıymış. 1928 yılında kolejin bulunduğu eski arsaya, Fransız Büyükelçiliği olarak kullanılmak üzere yeni bir bina inşa ediliyor. binanın birinci katında bulunan büyükelçilik salonunun içine de halka açık olmayan, yalnızca binayı
kullananların faydalanabildiği küçük bir kilise inşa ediliyor.İlk zamanlar
burada Fransız Başkonsolosu kalıyor daha sonraki yıllarda ise; 1962 yılına
kadar binanın odaları küçük bir Fransız
okuluna devrediliyor. 2002 yılında da büyükelçilik
binasına inşa edilen yapı restore
edilerek şimdiki görünümüne kavuşuyor.
Beni 1915’li yıllara kadar götüren kilise
binasına gitmek için sabırsızlanıyorum.Bir an evvel orada olup, binaya dair ender bilinen başka
detaylar varsa öğrenmek istiyorum. Ulus’a doğru yola
çıkmış dolmuşun içinde; yapının
bulunduğu sokağı, kafamın içinde canlandırmaya çabalıyorum. Ulus’a vardığımda
ise heyecanım daha da artıyor. Sanki kimsenin bilmediği gizli bir mabedi
keşfedecekmişim gibi; içimi kıpır kıpır eden tatlı bir hisse kapılıyorum..
Ulus’ta dolmuşların durduğu son durakta yabancı bir turist edasıyla yanıma yöreme bakıyorum; beni gizli mabedime
götürecek sokağa nereden ulaşacağımı kestirmeye çalışıyorum. En nihayetinde bir
taksici bulup kiliseden bahsediyorum.. taksici
kendinden emin bir tavırla ve inatla kiliseye giden yolu tarif etmeye
çabalarken ben bomboş gözlerle onu dinleyip sadece kafa sallamakla yetiniyorum.
Bir süre sonra anlattığı yol tarifine odaklanamıyorum bile..ağzından çıkan sözcükler
anlamsızlaşıyor; sadece havada uçuşan harflerden ibaret oluyor
cümleler..Hevesini kırmamak için sonuna kadar dinliyorum tarifi. Bitirdiğindeyse anlattığı yerlere yabancı olduğumu ve beni götürebilme
imkanının olup olmadığını soruyorum..malum kısa mesafelerde yolcu taşımayı pek sevmez taksciler,
haklılarda.. ama sadece o gün için bir istisna olmak istiyorum. Adamın ikna
olduğuna emin olana kadar inceliyorum mimiklerini. beni, çok kısa bir sessizlik anından
sonra yalnızca 10 lira vermem karşılığında
gizli mabedime götürebileceğini söylüyor
işte beklediğim cevap..
Ankara
Kalesi’ne doğru giden yokuş yolu
çıkıyoruz..yokuşun sonundan sağa sapıyoruz önümüze bir yokuş yol daha
çıkıyor.. ilerledikçe yol daralıyor.. yolun sol tarafında; yol boyu bizi takip eden ve tıpkı kale
surlarını andıran yüksek, eski bir duvar var.. sağ tarafında ise derme çatma
yapılar.. şehrin gürültülü kalabalığı gittikçe geride kalıyor..biraz
ürperiyorum..sanki başka bir boyuta geçmişim de bir daha geri dönemeyecekmişim
gibi tuhaf bir his sarıyor içimi..öte yandan bu gizemli atmosfer,bilinmezlik
hoşuma da gidiyor..gözlerim gizli mabedimi arıyor..taksi ne zaman duracak diye
aklımdan geçiriyorum sürekli. Ben bunları düşünürken taksi ani bir manevrayla
tekrar sağa sapıyor ve ansızın duruyor..önümüze daha dar bir sokak
çıkıyor..taksici daha fazla ilerleyemeyeceğini zaten sokağın çıkmaz bir sokak
olduğunu kilisenin ise sokağın sonuna varmadan biraz ileride olduğunu söylüyor..teşekkür ederek ivedilikle iniyorum taksiden. Hemen saatime bakıyorum
neyse ki henüz 10.40’ı gösteriyor..Görüşme saatimiz; 11.00. Vaktinde orada olduğuma
göre artık telaşsızca gizli mabedimi keşfetmeye odaklanabilirim. Sokağın
başından sokağa doğru bakarken bir süre afallıyorum; oldukça dar ve yıkık
dökük gecekonduların olduğu bir sokak. Kilise binasının resimleri aklıma
geliyor;böylesine değişik ve bakımlı bir yapının bu sokakta olma ihtimalinin
çok düşük olacağı çıkarımını yapıyorum. Sokaktan çıt çıkmıyor. Ürkek adımlarla
ilerlemeye başlıyorum; sanki bir bilinmeze doğru yola çıkıyorum. Heyecanlı ve
coşkulu halim, derin bir hayal kırıklığına ve yavaş yavaş beni esir alan bir
korkuya dönüşüyor. Aniden vücudumu saran korkuyla baş etmeye çabalıyorum; teslim
olmamalıyım, motivasyonumu düşürmemeliyim, birazdan gizli mabedimi bulup, sevinç naraları atacağım ve pederle keyifli bir sohbet
gerçekleştireceğim diye; kendime
telkinlerde bulunarak, bedenimi ele geçirmeye çalışan korkuyla kıran
kırana bir mücadeleye tutuşuyorum. ‘Nerde bu kilise! Diye; defalarca tekrar
ediyorum içimden. Biraz daha yürüdükten sonra ansızın kafamı sağ tarafa çeviriyorum,
karşıma çıkan görüntü karşısında neredeyse çığlık atacak noktaya geliyorum, gizli mabedim tam karşımda duruyor! Meğer o an ki telaşla önünden geçip
gitmişim. Yıkık dökük yapıların arasında o kadar ihtişamlı ve güzel görünüyor
ki niye farkedemediğimi işte o an anlıyorum, sokağa yakıştıramıyorum mabedimi. Yaşadığım onca duygu karmaşasının
sonunda, mabedimi bulmanın mutluluğuyla
doya doya seyrediyorum yapıyı.. gerçekten çok etkileyici.. Şimdi mabedimle
aramdaki tek engel, kilisenin pencere kepenkleriyle aynı renkte boyanmış, boydan
boya uzanan mavi bir demir kapı. Heyecanla yaklaşıp kapıyı açmaya çabalıyorum,
beceremiyorum. Sanırım kapı kilitli. Geldiğimi haber vermek için kiliseyi
aramaya yeltendiğim sırada, kapının otomatiği açılıyor. Peder Aleksis, geldiğimi görmüş
ve içeriden açmış kapıyı. Koşar adım içeri giriyorum. Mabedime sığınabileceğim
sonunda! İnanılmaz bir güven duygusu kaplıyor içimi, sımsıcacık. Dar bir holde
karşılıyor Peder beni. Coşkulu bir gülümsemeyle selamlıyorum Onu, aynı
içtenlikle karşılık veriyor, tokalaşıyoruz. Etrafı incelemeye
başlıyorum; ahşap kapının girişinde, sağ
tarafta, İsa’nın doğumunu tasvir
eden bir heykel varmış. (Hristiyanlar bu tasvire “kreş” adını
veriyorlarmış. Yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim). Tabii ben bunu
söyleşi bitiminde, kiliseden çıkarken farkedeceğim. Holün, yine sağ tarafından yukarıya
doğru; tıpkı bir ağacın dallarına gövdesini dolamış büyük bir yılanın, kıvrımlı
bedenini andıran, ahşap korkuluklu bir merdiven çıkıyor. Korkuluklar Noel için
süslenmiş, bayramı karşılamaya hazır bir halde selamlıyor beni. Merdivenlerin
korkuluğunun ahşap olması detayı ve kıvrımlı hali, binanın olduğu yerde, yıllar evvel bir Fransız Koleji bulunduğu
gerçeğini hatırlatıyor bana. İçimi, yine sıcacık bir his kaplıyor. O an, 1915
senesine ait küçük bir Fransız çocuğu gibi hissediyorum kendimi. Yanımda yürüyense bir an önce derse gitmemi buyuran rahiplerden bir tanesi sanki. Ben, zihnimdeki kurguya teslim
olmuşken, dar holün tavanından aşağıya doğru sarkan, gösterişli avizeye çarpıyor
gözüm. Çok ilgimi çekiyor; ama avizeye odaklanamadan Peder, söyleşiyi yapacağımız odaya yönlendiriyor
beni. Karşımıza çıkan beş-altı basamaklı, küçük merdiveni de ardımızda bıraktıktan sonra, söyleşi yapacağımız odaya ulaşıyoruz. Çok şirin bir oda; duvarlar
hardal sarısı ve kırmızı renklerle boyanmış. Odaya girer girmez; sağ taraftaki duvarda asılı duran, İsa ve Mesihlerinin
tasvir edildiği, fresk görünümlü tablo dikkatimi çekiyor. Karşısındaki duvarda
ise; Hristiyan din adamlarının çerçeveleri, yan yana sıralanmış. Beyaz minderli
hasır koltuklar ve yine ortasında cam bulunan
yuvarlak hasır sehpa, içimi huzurla dolduruyor..sehpanın üzerindeki
kırmızı mum da sohbet edeceğimiz konuyla gayet uyumlu bir atmosfer
oluşturuyor. Bu deneyimin bir parçası olduğum için kendimi şanslı
hissediyorum, içten bir minnet duygusuyla ve kocaman bir tebessümle pedere
bakıyorum. Aynı içten ifadeyle oturmam
için yer gösteriyor. Üçlü hasır koltuğa oturuyorum. Kendisi de, tam karşımdaki koltuğa oturuyor. Otururken fazla vaktini almayacağımı özellikle
belirtiyorum ki; kiliseye gelecek başka ziyaretçilerde kalmasın aklı. Peder, Fransızca’dan zoraki
Türkçe’ye çevirdiği sevimli aksanıyla hazırlayacağım yazıya dair birkaç soru
soruyor. Heyecanla hedeflerimizden
bahsediyorum, bir anda içten, keyifli bir sohbetin ortasında buluyoruz
kendimizi. Birkaç gün önce, Peder’e hediye etmek için aldığım, minik kar küresi ve
içinde ‘Mutlu Noeller’ yazılı çam ağacı şeklindeki küçük kartın olduğu hediye
paketini uzatıyorum. Önce biraz şaşırıyor, sonra mutlulukla ve defalarca
teşekkür ederek, hediye paketini alıp, yanındaki sehpaya bırakıyor. Paketi o an
orada açmasını ve Noel Baba figürlü kar küresine vereceği tepkiyi görmeyi ümit ediyorum, ama olmuyor. Neyse, yine de mutlu olmasına seviniyorum. Yavaş yavaş
sorulara geçmek için ses kaydetme
cihazını ayarlıyorum ve söyleşiye başlıyoruz;
Azize Tereza Kilisesi/Hol |
İsa ve Mesihlerinin tasvir edildiği fresk görünümlü tablo. |
Biraz kendinizden bahseder misiniz? Ne
kadar zamandır buradasınız?
Bu
sene altıncı seneyi bitireceğim. Bu kilisede görevliyim, bu görev için geldim. Pederim. Fransa’dan geliyorum.
Cemaatimiz; burada, Ankara’da yaşayan Hristiyanlara hizmet etmemiz için
gönderdi beni.
Nasıl peki Türkiye? Alışabildiniz mi?
Başka bir toplumda başka bir inanç lideri olarak yaşamak nasıl bir his?
Bu
konuda bir sıkıntı yok. Fransa’dan geliyorum, Parisliyim. Zaten Paris çok
kozmopolit bir şehir. Ben alışkınım.
Çocukluğumdan beri okulda; Müslüman, Yahudi,
ateistler vardı. Buraya gelmek, Müslüman bir toplulukta
yaşamak benim için çok büyük bir değişikliğe neden olmadı, sıkıntı yaşamadım.
Tabiki en büyük zorluk, dil
öğrenmekti.Türkçe inanılmaz zor bir dil. Siz de zaten yabancı dilleri öğrenirken
çok uğraşıyorsunuz, zorlanıyorsunuz çünkü Türkçe Avrupa dillerine göre çok
farklı bir dil.
Gayet güzel konuşuyorsunuz ama tebrik
ederim, karşılıklı anlaşabiliyoruz.
Teşekkür
ederim (tebessüm eder); ama yoksa bir
problem yaşamadım. Türkler, çok meraklılar, hem kiliseye hem de Hristiyanlığa.
Tabiki önyargılar da var. Bu belli, bu
normal. Maalesef bu Avrupa’da da var. Türkiye’de; Hristiyanlık hakkında, Musevilik hakkında anlatılan saçmasapan şeyleri duyuyoruz. Okullarda, doğru
anlatmıyorlar maalesef. Fransa’da da aynı şekilde, İslamiyet hakkında veya öbür
dinler hakkında, yanlış anlatılan şeyler var, buradan farklı değil.
Evet şimdi esas konumuza geçelim. Noel ritüellerinden bahsetmeye başlayalım yavaş yavaş; ilk olarak Noel ağacından başlamak istiyorum.Noel zamanları, Çam Ağacı süslemek, Türkiye’de de çok yaygın bir ritüel. Ağaç süsleme geleneğinin, aslında, doğayı kutsayan Pagan Kültürü’nün bir parçası olduğunu biliyoruz. Pagan Kültürü’nde doğa, kutsal sayıldığı için, Çam Ağacı’da bunun önemli sembollerinden biri. Başka başka topluluklarda, tarih öncesinden bu yana çam ağaçlarını, çeşitli materyallerle süslemişler; ekmek kırıntıları vs. gibi. Hristiyanlar da, Putperest oldukları dönemlerde, ağaçları kutsallaştırmışlar; ama inanç, Hristiyanlığa evrildikten sonra da bu gelenek devam etmiş. Bunun sebebi nedir? İnanışınızla ne gibi bir bağlantısı var?
Çam Ağacı’nın, Noel ile hiçbir alakası yok. Bu gelenek eski zamanlarda, özellikle Kuzey Avrupa’dan günümüze gelen bir gelenek .Bu
ritüelin, çoğunlukla Kış aylarında
yapılmasının nedeni; Kuzey Avrupa’da, kışın günler çok kısa, akşamları fazla
karanlık ve uzun oluyor. Hava koşullarının yarattığı depresiflikten kurtulmak
için insanlar, çam ağaçlarını süsleyip ışıklandırıyorlar ve bu zamanla, bir Noel
ritüeline dönüşüyor. Tabiki daha çok şeyler var. Pagan Kültürü var, başka gelenekler var. Noel Bayramı’da, zamanla eski Pagan Bayramlarının yerini aldı. Eski Yunan'da, 25
Aralık çok meşhur bir Pagan Bayramıydı, kökleri İran Kültürü’ne kadar dayanıyordu. Güneş
Tanrısı Mithra’nın, doğum günü kabul edilirdi. bu bayramda; ziyafet sofraları kurulur, insanlar birbirine
hediyeler verirlerdi. Roma İmparatorluğu zamanında da, bu bayram vardı. Zamanla, insanlar bu geleneklerden etkilenerek, Noel’ de de gerçekleştirmeye başladılar.
Biz Noel’de İsa’nın doğuşunu kutluyoruz. Bizim geleneğimizde; kreş vardır.
Bizim kilisemizde de var kreş heykeli. Kreş; Meryem Ana,Yusuf, hayvanlar ve
bebek İsa’nın olduğu bir heykeldir. Bu, tam Noel’in geleneğidir. Meryem’in önünde
bulunan beşik kreş olarak
adlandırılıyor. Neol Beşiği de denir.İlla yanına çam ağacı koyacaksın diye bir şey yok ama insanlar; bir Noel
havası, bir atmosfer yaratmak için, çam ağacı süslüyorlar çoğunlukla. Dinle bir
alakası yok. Normalde biz, kilisemize çam ağacı koymuyoruz. Aşağıdaki
salonumuzda var; ama kiliseye koymadık.
Kreş Heykeli |
Biraz hayalkırıklığına uğradım. Ben de
çok seviyorum ve hep Noelle bağdaştırıyorum, çok güzel bir gelenek çünkü.
Ama
olsun olsun! (Güler). Güzel bir gelenek. Benim ailem de yapıyor, biz yapıyoruz. Burada
bir problem var mı? Ama tabi, kiliseye koymuyoruz, çünkü dinle alakası yok.
Bunlar inanca dair doğru bilinen
yanlışlar yani..
Başka
bir yanlış daha var; Türkiye’de mesela, Hristiyanların yeni bir yıl
kutladıklarını düşünüyorlar. Yılbaşı ve Noel farklı. Ocak, yeni bir sene.
Hristiyanlıkla, hiçbir alakası yok. Noel, İsa’nın doğuşunun kutlandığı bayram.
24 Aralık akşam başlar, 25 Aralık’ta
devam eder. Yılbaşında ise, yeni bir sene kutluyoruz.
Dünya ülkelerinde birtakım yaygın Noel gelenekleri var. Tabi Kapitalist toplumlar, ticari kaygılarından ötürü, biraz kullanıyorlar böyle günleri. Mesela; Buraya özellikle not etmişim. Norveç, çok dikkatimi çekmiş; Norveç’te insanlar, paspasları ve süpürgeleri saklarlarmış ki, kötü ruhlar, Noel’de dünyaya gelip, onları alıp gökyüzünde uçmasınlar gibi gibi. Böyle gelenekler var. Bunun gibi; ilginç, insanlar tarafından fazla bilinmeyen detaylardan bahseder misiniz?
Dünya ülkelerinde birtakım yaygın Noel gelenekleri var. Tabi Kapitalist toplumlar, ticari kaygılarından ötürü, biraz kullanıyorlar böyle günleri. Mesela; Buraya özellikle not etmişim. Norveç, çok dikkatimi çekmiş; Norveç’te insanlar, paspasları ve süpürgeleri saklarlarmış ki, kötü ruhlar, Noel’de dünyaya gelip, onları alıp gökyüzünde uçmasınlar gibi gibi. Böyle gelenekler var. Bunun gibi; ilginç, insanlar tarafından fazla bilinmeyen detaylardan bahseder misiniz?
Bu
geleneği ben de ilk defa duydum, sizden öğreniyorum.
Daha neler var neler...
Çok
var. Ama bu atmosfer, Noel havası. Biz, sadece İsa’nın doğuşunu kutluyoruz, bu
kadar. İsa, dünyaya geldiğinde kötü ruhlar, şeytanlar da dünyaya geliyor, bu
inanış var. Her ülkeye göre değişen çok şey var. Mesela çok eskiden dedem, anneme Noel hediyesi olarak; bir portakal almış.
Çok sevimli!
Evet.
Bu değişir. Portakal, Fransa’da yetişmiyor, yani; İspanya’dan, başka yerlerden
geliyordu. Yani değerli bir şey. O zamanlar, daha değerliydi. Şimdi değerli
değil, çok basit bir şey. Şimdi herkes, birbirine herşey
alabiliyor.
Noel’de şu olmazsa olmaz. Mutlaka yapılmalıdır,
eksik bırakır yapılmaması dediğiniz noktalar var mı?
Yani gelenek olarak; Noel bayramı, artık biraz
aile bayramı gibi oldu. Yani; imanlı olabilirsin, imansız olabilirsin, o tarihlerde aile toplantıları mutlaka yapılır. Tek başına Noel’i
kutlamıyorsun. Böyle bir mecburiyet varsa, belki bu olabilir ve bir şekilde
hediye getiriyorsun, getirmemek biraz ayıp karşılanıyor. 24-25 Aralık tarihi, aynı; ama İspanya’da, İtalya’da, Fransa’da Norveç’te gelenekler farklı farklı.
Bir şey daha not etmişim; 25 Aralık
tarihinde insanlar, İspanya’da piyango biletlerini alıp, bir araya geliyorlarmış. Öğrencilerden
oluşan 22 kişilik bir koro, şanslı numaraları, kalabalığa hep bir
ağızdan okuyorlarmış. Bu ritüelin, o toplama uğur getireceğine, şanslarını
arttıracağına inanılırmış mesela.
Herşey
olabilir; ama bu geleneklerin, Hristiyan Bayramıyla hiçbir alakası yok. Bir
atmosfer var, ambians var. Mesela, Milli Piyango burada da var. Yılbaşı olduğu
için, herkes bilet alıyor. Bu da artık bir ritüel haline geldi, geleneksel bir şey. Her toplulukta insanlar, gelenekleri seviyor, istiyor. Siz de seviyorsunuz.
Birleştirici bir tarafı var. Bu yüzden
çok seviyorum.
Evet, evet. Güzel!
Peki bir din görevlisi olarak, Noel' ait olmayan şeylerin; çam ağacı, Noel Baba vs. çarpıtılarak popüler kültür malzemesi haline
getirilmesinden rahatsızlık duyuyor musunuz? Bunun inancınıza zarar verdiğini düşünüyor
musunuz?
Bir
şey beni bazen rahatsız ediyor. Maalesef tüketim kültüründeyiz ve herşey para
oldu. Noel’de mecburen hediye
getirmelisin, hediyeye para vermelisin. (O sırada Peder’e aldığım kar küresini
işaret edip, gülerek);
O
mecburiyet değildi ama!
Hayır! Biliyorum, biliyorum! (Güler); ama böyle bir duygu var. Mesela; ailemle Noel kutluyorum,
seni davet ediyorum, bir şekilde, bir mecburiyetle geleceksin, hediye
getireceksin. En kötü şey bu. Çok yazık bir şey. Türkiye’de de, mesela insanlar, ne
kadar uğraşıyorlar bayramlarda. Ne kadar para harcıyoruz yemekler için,
şekerler filan. Gereksiz bir şey. Dinin anlamı kayboluyor. Noel’de, İsa’nın
doğuşunu kutladığımızı, kim hala hatırlıyor. Bazen unutuyoruz bile, çünkü aile
bayramı oldu.
Kiliselere de eskisi gibi rağbet olmuyor
mu artık?Daha çok, aile sofraları etrafında gerçekleşen toplantılarla mı
sınırlı kalıyor?
Eskiden, Noel kutlamaya ayin ile başlıyorduk. Ayin, tam gece yarısı başlardı.Şimdi, daha
erken oldu. Biz, akşam sekizde kutluyoruz mesela. Hristiyanlar, artık hiç ayine
gelmiyorlar. Yavaş yavaş, inanç Pagan geleneklerine dönüyor. İsa’nın doğuşunu kutlamıyoruz, başka
bir şey kutluyoruz. Mutluluğu kutluyoruz,atmosferi seviyor insanlar.
Noel’e dair yaygın inanışlardan bir
tanesi de Noel Baba. Şöyle bir inanış
var; Noel arifesini Noel’e bağlayan gece, geyiklerin çektiği bir kızakla,
sevimli tonton bir ihtiyar çocuklara hediyeler bırakıyor. Bu rivayetin kökeni de, M.S 270’li yıllara kadar gidiyor.
Patara kenti; günümüzde Türkiye’deki Antalya şehri. Burada yaşayan bir Aziz Nikola varmış. Din görevlisi
ve çok yardımsever biriymiş. Aziz Nikola’nın, bu yardımsever yanının, zamanla bir Noel inanışına dönüşmesindeki etken nedir?
Noel Baba, gerçekten ilginç bir şey. Çünkü; Aziz Nikolas, bir psikopostu. Tam Noel döneminde, fakir
çocuklara hediyeler, yemekler getirirdi. Sonra İphone filan oldu bu
hediyeler (güler); ama Aziz Nikolas zamanında tam buydu. Aziz Nikolas, tam bir Hristiyandı. Noel Baba' da, Pagan Kültürünün bir parçasıdır aslında. Noel Baba diye bir şeyle alakası
yok Nikola’nın. Noel Baba'yı, kırmızı elbiselerle dünyaya tanıtan, Coca Cola’da
çalışan İsviçreli bir grafiker. Öyle tasarlamış Aziz Nikolay'ı. Tamamen bambaşka
bir şey oldu.
Mesela oradaki geyik sembolünün de
Hristiyanlıkta bir yeri var mıdır? Kutsal atfedilir mi?
O da, daha çok Kuzey Avrupa’ya ait bir sembol.Hristiyanlıkta bir anlamı yok.
Ben çok beklerdim Noel Babayi. O hikayeye, hep
çok inanmışımdır. Hatta Noel Baba içine hediye bırakacak diye yapılan çorap
asma ritüeli var ya..(Peder araya girer);
Ama
bu çok Amerikalı bir şey. Mesela; Fransa’da, böyle bir şey yapmıyoruz.Çorap filan
böyle bir şey yok bizde.
Onu ben yapardım!
Tamam.
Olsun! Olsun! Ama haberiniz olsun yani; Noel Baba gelmeyecek.
Yok yok, biliyorum gelmeyecek! Ben hatta
çocukken, çoraplarım küçük diye, annemin babamın çoraplarını asardım. Ama sabah
tabi yaşadığım hayalkırıklığını anlatamam size. Çünkü gelmemişti Noel Baba. Annemle babam da
özellikle koymamışlar oraya bir hediye ki; ben umutlanmayayım, alışmayayım diye.
Ama çok seviyorum Noel Babayı hala!
Olsun! Olsun! Bunda bir kötülük yok. Ne güzel..
Burası bir Katolik Kilisesi,
Katoliklerin diğer mezheplerden farklı olan ritüelleri nelerdir? Bu ayrımda
belirleyici olan şeyler neler? Noel ayinlerine ne zaman başlarsınız mesela?
Ayinlerinizi gerçekleştirirken neler yaparsınız?
Protestanlarla
takvimimiz aynı. 24-25 Aralık’ta kutlarlar; ama Ortodokslar, İsa’nın
doğuşunu 6 Ocak’ta kutluyorlar. Ritüellerde, çok büyük farklılıklar yok. Aynı
şeyi kutluyoruz, İsa’nın doğuşunu. Mesela; ekmek ve şarap günleri, Ortodoks
Kiliseler'in de de yapılır. Sadece Ortodoksların, kutsal ekmek ve şarap gününe
başlamadan önce, ettikleri dualar biraz daha uzun sürer veya ekmekle şarabın
dizilimi farklı olabilir. Tabiki, bunları keşfetmek için siz de ayinlere
katılmalısınız. Buraya gelin, neler yapıyoruz görün. Ardından, bir Ortodoks Kilisesi’ne gidin, daha faydalı olur.
Azize Tereza Kilisesi |
Peki ekmek ve şarap günü niçin yapılır? Bir anlamı var mı?
Bu bir jestti. İsa,
kendini Tanrı için çarmıhta kurban olarak sundu; ”Bu, benim kanım.” dedi. ekmek ve şarap, İsa’nın, tanrının huzurunda kendini feda etmesinin sembolü. Şarap, İsa’nın
kanıdır.
Ekmek ve Şarap Ayinine mutlaka katılmak
isterim.
Tabi! Tabi! İsterseniz bir Pazar günü gelebilirsiniz.Noel havası 6 Ocak'a kadar devam edecek.
Çok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum burada olmaktan, keyifli bir sohbetti.
Ben de çok teşekkür ederim. İyi hazırlanıp gelmişsiniz ve son olarak Mutlu Noeller..
Mutlu Noeller!
Söyleşi: Gözde Can Gözüaçık
Azize Tereza Kilisesi: http://www.ankarakatolik.com/tr/
Kilise Haricinde Kullanılan Fotoğraflar: https://www.instagram.com/christmasmaniac/
Çok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum burada olmaktan, keyifli bir sohbetti.
Ben de çok teşekkür ederim. İyi hazırlanıp gelmişsiniz ve son olarak Mutlu Noeller..
Mutlu Noeller!
Söyleşi: Gözde Can Gözüaçık
Azize Tereza Kilisesi: http://www.ankarakatolik.com/tr/
Kilise Haricinde Kullanılan Fotoğraflar: https://www.instagram.com/christmasmaniac/
Yorumlar